29 Aralık 2009 Salı

The Shins - New Slang

"Garden State" filminin soundtrack'i ile tanımıştık kendilerini...







21 Aralık 2009 Pazartesi

25th Hour & Terence Balanchard


"Her erkek, kadın ve çocuk ölmeden önce mutlaka çölü görmeli...
Kilometrelerce boşluk... Kum, kaya, kaktüs ve mavi gökten başka hiçbir şey yok! Bir tek kişi göremezsin. Siren yok! Araba alarmı yok! Korna çalan kimse yok! Küfreden yada işeyen deliler yok!
Orada sessizliği bulursun, huzur bulursun..."





"Önceki hayatını unut! Geri dönemezsin. Telefon edemez, mektup yazamazsın. Asla arkana bakma! Kendine yepyeni bir hayat kur ve onu yaşa! Yaşaman gereken hayatı yaşa!.."

"Bu hayat neredeyse hiç varolmadı"

17 Aralık 2009 Perşembe

14 Aralık 2009 Pazartesi

13 Aralık 2009 Pazar

12 Aralık 2009 Cumartesi

Seviyor, Sevmiyor!

"She loves me, She loves me not"
7dk.'lık, eğlenceli bir kısa film...

Seviyor mu, sevmiyor mu? İşte asıl mesele bu!

Fallen Art!

Tomek Baginski / Poland / 2005
Ve karşınızda; Bir çok festivalden ödülle dönen, bir kısa animasyon!

11 Aralık 2009 Cuma

Bobby Mcferrin

"Nasıl yani, bu şarkıda hiç enstrüman kullanılmamış mı" diye hayretler içinde kalınabilir...



Geçtiğimiz Haziran ayının 12'sinde New York'ta Dünya Bilim Festivali yapılıyor.. Konu Notalar ve Neronlar: Ortak Koro Arayışı.. Konuşmanın burasında insanların beklentilerinden ve şartlanmalarından bahsediliyor. Ve müzik dahisi, A Cappella ustası Bobby McFerrin kontrolü ele alıyor.. Ve matematik - müzik ilişkisini örneklemek için bir gösteri yapıyor...(Bu paragraf airwalker'dan alınmıştır:)





8 Aralık 2009 Salı

J'attendrai le suivant (Sonrakini bekleyeceğim!)

2004 yılında avrupa film festivalinde en iyi kısa film ödülünü almış ve 2003 yılında en iyi kısa film dalında oscara aday olmuştur...
Bu 4dk.'lık filmi izlemeyenleriniz varsa, buyursun!

1 Aralık 2009 Salı

KIRIKA

Kendilerine göre yaptıkları müzik "neye benziyor";
Calexico zeybek; White Stripes kasap havasi çalsa... Skip James rembetiko, Lee Scratch Perry, Müzeyyen Senar ile çalsa... :)

22 Kasım 2009 Pazar

12 Angry Men (12 Öfkeli Adam)

Filmimiz 1957 yapımı ve doğal olarak siyah-beyaz...

Başrolünde her ne kadar Henry Ford oynuyor gibi gözüksede neredeyse tüm oyuncular filme başrollük bir katkıda bulunuyor!

Efektlerin havada uçuştuğu, 46 tane farklı kamera açısından izlenilen, milyon dolarlık bir yapımdan çok daha fazlasını bulabileceğiniz ama bu saydıklarımı bulamayacağınız kült film! yada bir tiyatro sahnesi mi demeliydim?...

Film, bir cinayet davasının karar aşamasında, 12 jüri üyesinin bir odaya kapanarak karara varma sürecini anlatıyor. Ama anlatırken sizi de bir jüri üyesi haline getiriveriyor!
Ve film bittiğinde her şey net olmamakla beraber siz kafanızın içini net, vicdanınızı rahat hissediyorsunuz!



Not: IMDB'de top 250 arasında 8. olduğunuda söyleyemeden geçmek olmaz!
1997'de yeni bir versiyonu çekilmiştir ama siz 1957'yi izleyin!!!

15 Kasım 2009 Pazar

Devotchka - How it ends



Hazır böyle bir kayıt açmışken, bir de aynı grubun, yine müziklerini yaptığı bir başka film daha var, onu da hatırlatmadan geçemeyeceğim...
Velhasıl-ı siz bu filmi de en iyisi izleyin...
-Little Miss Sunshine-

13 Ağustos 2009 Perşembe

Sigaranın Geçmişi...


Sigaranın tüm kapalı alanlarda yasaklanması biz Türk halkını ne kadar şaşırttıysa diğer ülke insanlarını da bir o kadar hatta daha fazla şaşırttı!
Nedenine gelince, sigaranın tarihsel geçmişine bakmak yeterli.
Cemal T. Demir'in araştırması...Uzun ama çok keyifli bir yazı,

Sigarayı İlk Kez Türkler İçti

“Hayırdır boş zamanında güneş – dil – duman teorisi mi geliştirdin?” diye soracaksınız ama merak etmeyin herşey kontrol altında. Başlıktaki sigaraya başlamadan evvel, başlıktaki ‘Türkler’e kısa bir not düşmek istiyorum. ABD’de “Türkler” kelimesi 1. Dünya savaşı başına kadar bütün “Osmanlılar” için kullanılmış. “Türkler”i böyle bilen hem de çok iyi bilen Amerikan kuşağından kimse yaşamıyor artık. 20’nci yüzyılın geri kalan kısmında ise elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için kullanılmış ama eski kuşak gibi sokaktaki adam değil. Bazı politik haberlerde ve raporlarda uzmanlarca... 2000’li yıllara kadar sokaktaki Amerikalının çok mühim bir kısmı Türk kimdir bile pek bilmezdi.

Türkiye’deki sigara yasağı Batılı medya organlarında da geniş yer buldu. Nerdeyse hergün bir ülkenin daha bu yasak kervanına katıldığı bir zamanda, batılıların neden Türkiye’deki yasağı bu kadar tarihi önemde bulduklarına çok dikkat etmedik. Oysa sembolik değeri yüksek bir yasak Türklerinki. Çünkü, Türkiye’de pek fazla kimse tarafından bilinmese de sigarayı ilk defa Türkler içti.

Şimdi, tütünün anavatanın Amerika kıtası olduğunu biliyoruz. Yani dünyada tütün içenler 15’nci yüzyıla kadar sadece Kızılderililerdi. E, Kızılderililer de Türktü. Yok bu işin şaka faslı. Avrupalılar tütünü Amerika yerlilerinden, biz de Avrupalı gemicilerden askerlerden öğrendik. Zaten başlık da tütünü ilk defa Türkler içti demiyor, sigarayı ilk defa Türkler içti diyor. Bunu paylaşacağım ama önce yanan kısmın dumanını dağıtayım.

Batı dillerinde tütün yerine “tobacco (tobako)” kelimesi kullanılıyor. Bazı rivayetlere göre Kızılderili dillerinden geliyor bu. Tütün içmek için kullandıkları tabago aletinden. Yani bir nevi “calumet” yani “barış çubuğu”. Birçok dilbilimciye göre ise sözcüğün kökeni Arapça “tabaka” kelimesi. Eskiden (gerçi hala kullanan da var) içine tütün ya da el sarması sigarası konulan kutucukların adının “tabaka” olmasının, içindekinin “tobako” olmasıyla fena halde alakası var yani.

İngilizcede tütün yaprağına sarılı içeceğe, yani bizim puro dediğimize, “cigar” deniyor. İngilizceye İspanyolca’daki ‘cigarro’dan geçti bu. İspanyollar ise Maya ve Aztek dillerindeki ‘siyar’dan aldılar. Peki bu tür sigaralara biz niye “puro” diyoruz? İspanyol “cigar” endüstrisi, eğer bir “cigar”, tütünün ekiminden kurutulup cigar haline getirilmesine kadar bütün işlemler aynı topraklarda yapılıyorsa bunların kalitesine vurgu yapmak için İspanyolca “pür” anlamına gelen “puro” cigar diye adlandırıyor. Dünyada gerçek anlamda “puro” cigar üretebilen iki ülke vardı; Küba ve Nikaragua. Biz ise, ‘cigar’ların hepsine puro diyoruz. Meşhur ettiğimiz galatlardan yani.

Kolomb’un dumanı keşfi Günlüklerinden öğrendiğimiz kadarıyla 15 Ekim 1492 günü Kristof Kolomb'a Kızılderililer ilk defa kurutulmuş tütün ve meyve hediye ettiler. Kolomb kendisine hediye edilen meyveleri aldı, ne olduğunu anlamadığı tuhaf kokulu yaprakları, “Bu mu şimdi ta Avrupa’dan gelmiş adama ikramınız?” diye ekşi bir yüz ifadesiyle attı. Kızılderililer efendi insanlardı, ses etmediler, kavga çıkmadı. Nitekim kısa zamanda Avrupalılar Kızılderililerden tütün içmeyi öğrendi ve Avrupa'ya taşıdılar. Tütünün Avrupa'da hızla yayılmasının en büyük sebebi, "tıbbi mucize" olduğuna olan inançtı. İspanyol doktor Nicolas Monardes 1571 senesinde yazdığı kitapta, tütünün tam 36 hastalığa şifa olduğunu “ispatlamış”. Keşke ispat yerine tez aşamasında bıraksaydı. 1588 senesinde Virginialı Thomas Harriet adlı bir çok bilmiş ise, sağlıklı yaşamın ancak günlük gereken dozda tütün ile mümkün olacağını söylemiş. Ancak kayıtlar Harriet'in burun kanserinden öldüğünü gösteriyor. Tek bildiğimiz, 16'ncı yüzyıl Virginia'sında tütün içerken dumanı burundan çıkarmanın fena halde popüler olduğuydu. Ben gerçi sigarayı böyle burnundan soluyarak içenleri 20’nci yüzyıl Anadolu’sunda da gördüm ya neyse.

Adın çıkacağına canın çıksın

Bu arada Fransız diplomat Jean Nicot, 1550’li yıllarda hayatının hayali olan Fransızca sözlüğü bitirmeye çalışırken Fransa kralı tarafından, “Gözlerini bozacaksın onun başında. Dışarı çık da bir hayırlı işe vesile ol” diyerek, 6 yaşındaki Fransa veliaht prensesi ile 5 yaşndaki Portekiz veliaht prensinin beşik kertmesini gerçekleştirmek üzere Portekiz’e elçi gönderildi. 29 yaşında olmasına rağmen hala bekar olan Nicot, evlendiklerini bile bilmeyen iki çocuğun genç yaştaki izdivaçlarının kendinde hasıl ettiği ‘batsın bu dünya” moduna yoldaş arar iken, Portekizli gemicilerin henüz bir Miami City’si bile olmayan Florida’dan getirdikleri bir bitki ile tanıştı. Gemicilerin “Amerikan tozu” dedikleri tütünü hemen benimseyen Nicot, ülkesine döndüğünde bunu Fransa’da saray çevresinde tanıdığı herkese, “Yak bi tane, bi taneden bişey olmaz” diyerek dağıttı. Tütün içme adeti ordan da diğer Avrupa saraylarına hızla yayıldı. Herkes Nicot’un bitkisini konuşuyordu. Tütün Avrupalı asilzadeler arasında Nicot’un adıyla anılır oldu. Öyle ki hasadı yapılmış tütüne “Nicotiana” denmeye başlandı. Sonra 19’ncu yüzyılda Avrupalı bilimadamları tütünün içindeki ana alkoloidi keşfettiklerinde de, bu zehire yine bizim talihsiz elçinin adını vererek nikotin dediler.

Sayın devletin tütündeki bereketi keşfetmesi

Ancak Nicot’un bitkisi hızla yayılmaya başladıktan sonra bu kez de hızlı bir mukavemet de başladı. İlk yasaklayan daha sonra İngiltere Kralı olacak olan İskoç hükümdar Kral James oldu. Ardından bizim 4. Murat’a kadar Avrupa’da birçok hükümdar tütüne savaş açtı. En hararetli tartışmalar ise, ne Tevrat’ta ne İncil’de ne de Kur’an’da zikredilmeyen tütünün dini hükmü konusunda dindar çevrelerde yaşanıyordu. Tütünü yasaklayan ve hatta tütün içenlerin öldürülmesi emri veren Papalar oldu. Tütün tiryakisi Papalar da... Tütüne savaş açan Şeyhülislam’lar da oldu, tütün sever şeyhülismlarlar da. Çatışmanın büyüğü ise Sorbon Üniversitesindeydi. Birkaç yüzyıl Cizvitlerle Cansenistlerin bitme tükenmez tartışmalarına sahne olan Sorbon Üniversitesinde, Cizvitler tütünün “yasak meyve” olduğunu iddia ederken, Cansenistler tütün içmenin dine aykırı olmadığını savunuyordu.

Peki sayın devletin tütüne olan muhabbeti ne zaman başladı? Bu çok devletçe bir gerekçe ile oldu. Fransa hükümeti, 100 pound ağırlığında tütünden 2 frank vergi alındığında yılda 1 milyon franklık gelir elde edildiğini gördü. Devletler artık tütünü başüstünde tutmaya başladı. Avrupa’da tütün demek para demekti artık. Asilzadeler kızlarını, doktor ya da mühendis aday yerine tütün tüccarlarıyla evlendiriyordu. Tütün tüccarları, en güçlü tüccarlardı. Jean Nicot ise bu manzara karşısında hayatını adadığı Fransızca sözlük çalışmalarına geri döndü. 1600 yılında öldükten 6 yıl sonra sözlüğü yayınlandı. Sözlüğünde “nikotin” kelimesi yoktu.

“Sar bi cigara” devri

19’ncu yüzyılın ortasına kadar Batılıların cigar, bizim puro dediğimiz tütün içeçeği yaygındı. Yani tütün yaprağına ya da bir bitkiye sarılmış tütün. Bu yüzyılda tütün kağıt ile buluştu. Ama keyiften değil, yoksunluktan, garibanlıktan. İngiliz şair, tercüman ve romancı Robert Graves’ın 1929 yılında yayınlanmış “Good-Bye to All That” adlı savaş hatıralarında anlattığına göre, tütün kağıda sarılarak ilk defa 1832 yılında Osmanlı ordusu ile Mısırlı İbrahim Paşa’nın karşı karşıya geldiği Akka Kalesinde içildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu olan İbrahim Paşa, askerlerine moral olsun diye nargile gönderdi. Nargileyi biliyorsunuz. Avrupalılar buna Hint ve Urdu dilinde dendiği gibi “hookah” diyor. Biz, Farslılar gibi “nargile” diyoruz. Farsça’da hindistan cevizi için kullanılan argile kelimesinden geliyor. Eskiden nargileler hindistan cevizi kabuğundan yapılırmış. Araplar ise “şişe” diyor. Camdan dolayı.

Cigara yazılıyor sigara okunuyor

Herneyse bu nargileler, isyancı askerlere keyif yaşatmamaya and içmiş Osmanlı topçusunun atışında parçalanınca, İbrahim Paşanın askerleri elde kalan tütünü içmek için yollar aradı. Sonunda tüfek fişeği sardıkları kağıtlara tütün doldurarak içmeye başladılar. Bu, kısa sürede bütün Osmanlı’da yaygınlaştı. Aslında bu tür ‘cigar’lara kağıda sarılı olmasa da Fransa ve İspanya’da da rastlanıyordu. Bugün dünya literatüründe kağıda sarılı cigar’a yani bizim sigara dediğimiz ürüne “cigarette” deniyor. Fransızca kökenli “cigarette”, “cigarcık” anlamına geliyor. Yani “küçük cigar”. Bizim büyüklerimiz kelimeleri yazıldığı gibi okuyan asillerden olduğu için uzun süre “sigara” yerine “cigara” demeyi tercih ettiler. Deli Emin’in formüle ettiği Kristin – Cristin problematiği yani. 1854-1856 yılında Osmanlı Devleti, Fransa ve İngiltere, Ruslar’a karşı Kırım savaşında ittifak kurdu. Tarih derslerinde bize hep Osmanlı’nın ilk kez Avrupa devleti olarak kabul edilmesine yol açan savaş diye anlattılar. Ama bu savaşta Osmanlı askerleri Fransız ve İngiliz yoldaşlarını yeni bir ürün ile de tanıştırdığından bahsedilmedi. Fransız ve İngiliz askerler, Osmanlı askerinden öğrendikleri kağıda sarılı cigar’ı yani sigarayı Avrupa’ya taşıdılar. Avrupa’da sigaranın yayılışı Kırım Savaşı ile başladı.

Ölümcül harman: sigara ve savaş

Önceki paragrafın ateşi sönmeden yeni bir paragrafı tutuşturayım. İlk kağıda sarılı sigarayı askerlerin bulması da, onu Avrupa’ya askerlerin taşıması da boşuna değil. İngiliz macera romancısı Charles Kingsley, tütünü, “yalnız adamın ahbabı, bekar adamın yareni, aç adamın gıdası, dertlinin neşesi, uyanık adamın uykusu, üşüyen adamın ateşi” diye tarif ediyor. Aslında Kingsley’in bu dumanlı nitelemeleri, dünyada tütünün neden hep büyük savaşlar sonra yeni bir moda dalgası daha yakaladığının göstergesi. Dünyanın en yalnız, en bekar, en dertli, en aç, en uykusuz ve en üşüyen insanlar askerlerdir. Marco Polo’dan beri maceraperest askerler, yeni icatların, dillerin ve adetlerin en büyük dağıtıcıları olmuş. Aylar yıllar süren yolculuklarından ve zahmetlerinden evlerine her döndüklerinde, yeni tüketim alışkanlıklarının, yeni trendlerin elçisi oluyorlardı. ABD’de ilk büyük sigara fabrikaları, Kuzey – Güney savaşının akabinde kuruldu. 1’nci Dünya Savaşı dünyada sigara içen insan sayısının adeta patladığı yıllar oldu. Hatta Amerikan Savaş Bakanlığı 1918 yılında Bull Durham sigara firmasının bütün stoğunu komple satın aldı. Bull Durham sigaralarının o dönemde sloganı, “When our boys light up, the Huns will light out (Çocuklarımız sigarayı yaktığında, Hunluların ateşi söner)” şeklindeydi. Amerikalı General John J. Pershing, ülke yöneticilerine, “Eğer savaşı kazanmamızı istiyorsanız sigara da mermi kadar önemli” diyordu. İkinci Dünya Savaşı yılları ise dünyada sigara tüketiminin tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktığı yıllar oldu. Şahsen benim tanıdıklarım arasında da askerden sonra sigaraya başlamış epey kişi var.

Kibrit icat oldu, tiryaki bencilleşti

Sigaranın yayılmasında bazı kilit icatlar da önemli rol oynadı. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ki kibrit. Kibrit Arapça kükürt demek ve yanan ağacın başındaki ana madde olduğu için biz böyle diyoruz. Kibritle beraber, sigara içimi çok kolaylaştı. Etrafta ateş arama dönemi en azından dünyanın bir bölümünde sona erdi. Türkiye’de hala yer yer devam ediyor.

Sigara tüketimi artıran diğer icat, sigara sarma makinesi oldu. Sigara elle sarıldığında çok pahalıydı. 1883 yılına kadar sigaralara elde sarılıyordu. Bu tarihte icat edilen aletle dakikada 4 sigara yapılabilir hale gelmişti. Sigara tüketimi sadece 1 yılda 4 kat arttı. Piyasadaki sigara sayısı artıyor, fiyatlar düşüyor, tiryaki sayısı çoğalıyordu. Üstelik kimse, sigaranın bedende yaptığı tahribatın farkında değildi. ABD’nin sigara devlerinden Duke, 1870’lerde bu işe başladığında ilk çıkardığı sigara markalarından birinin adını “Pro Bono Publico (toplum yararı için)” koymuştu.

Kamusal alanda tütün tükürmek yasaktır

Aslında Birinci Dünya Savaşı sona erinceye kadar dünya sigara piyasasını, en büyük tütün ihracatçısı olan Mısır sigara endüstrisi domine ediyordu. Modayı, Mısır’da üretilen sigaralar belirliyordu. İnsanlık tarihinin o dönemi için küresel bir moda kaynağının dünyanın bu köşesinde olması nadir görülen bir durum. Her sosyal yeniliğin batıdan doğduğu bir dönem zira. Ama çok geçmeden tütünün anavatanı olan kıtada kurulan sigara fabrikaları dünya pazarını ele geçirmeye başlayacaktı. Yalnız ABD’de sigara, tütün ürünleri içinde hala en çok satılan mamül değildi. 1901 senesine ait bir istatistik hala ülkede satılan 3,5 milyar sigaraya karşın, 6 milyar “cigar” satıldığını gösteriyor.

Tabii, özellikle ABD’nin güney eyaletlerinde bir başka tütün tüketme yöntemi de moda haline gelmişti. Kovboy filmlerinde, uzak yoldan gelen kovboyun ‘saloon’a girmeden hemen önce yere tükürdüğü şey, yani çiğneme tütün. 1875 yılında R.J. Reynolds tütün şirketi, çiğneme tütün ürününü piyasaya sürdü. Bu kadim Kızılderili adeti kovboylar ve güneyli Amerikalılar arasında hızla yayıldı. Tabi, etrafta durmadan tütün çiğneyip tüküren adamlar “pasif çiğneyicileri” rahatsız etmeye başladı. 1902 yılında Kansas eyaleti, halkın beraber bulunduğu kamusal alanlarda ağızdaki tütünü tükürmeyi yasaklayan bir kanun çıkardı.

‘Marlboro man’ sizde, erkeklik bizde kalsın

Hep duyarız adına Phillip Morris derler bir tüccar vardır. Bugün ‘Marlboro’ sigaralarının sahibi olan Phillip Morris şirketine adını veren kişi. Hah işte bu kişi sanıldığı gibi Amerikalı değil. Bir İngiliz tütün tüccarı. 1847 senesinde Londra’da el sarması Türk sigaraları satan bir dükkan açarak meslek hayatına başladı. Kırım savaşından dönen askerler de etraflarına “ya bu Türkler’de sigara diye birşey var” deyince bizim Morris’in işleri hızla büyüdü. 1900’lerin başında New York’a taşıdı merkezini ve Marlboro dahil yeni sigaralarını piyasaya sürdü. Hepimizin kafasında kovboylarla özdeşleşen Marlboro’nun aslında bir “kadın sigarası” olarak üretilmesi ve hedef kitlesinin kadınlar olması ise ironik.

Beşinci Cadde’de nasıl sigara içersiniz hanfendi?

Marlboro’ya devam edeceğim ancak şimdi kadın ve sigara kelimeleri aynı cümlede bir araya gelince tarihsel bir sorunu da paylaşmadan geçemiyeceğim; kadınların sigara içmesi.

20’nci yüzyıla kadar kadınların kamusal alanlarda sigara içmesi “çok ayıp” karşılanıyordu. Tarihte açıktan sigara içtiği bilinen ilk kadınlar, Parisli fahişelerdi. Notre Dame de Lorettes kilisesi yakını mesken tuttukları için “Lorettes” diye anılan bu fahişeler, halka açık alanda sigara içen ilk kadınlar olarak kayda geçti. New York’ta ise daha 1900’lerin başında kadınların halka açık alanda sigara içmesi sadece ayıp değil, yasaktı da. New York Times gazetesinde 1904 yılında yer alan bir habere göre Manhattan’ın ünlü Beşinci Caddesinde bir otomobilin içinde sigara içerken yakalanan kadına polis ceza yazmıştı. Gazete gözlerine inanamayan polisin ağzından dökülen şaşkınlığını da şu şekilde kayda geçirmiş: “Hem de Beşinci Cadde’de bunu yapamazsın!”. 1908 yılında New York Belediye Meclisi kadınlara sigara yasağını daha da sertleştiren Sullivan Act’ı kabul etti. Katie Mulcahy adlı New Yorklu kadın kamusal alanda sigara içtiği için tutuklanan ilk kadın oldu.

Ancak çok geçmeden bu yasaklar kalktı ve toplum sigara içen kadın görüntüsüne alıştı. İşte bu ortamda Phillip Morris bu yeni müşteri potansiyelini hedefleyen bir ürünle ortaya çıktı. Az önce Londra’da kurduğu Türk tütünü dükkanıyla işe başladığından bahsetmiştim ya, o dükkanın buunduğu sokağın adı Marlboro Sokağıydı. Morris, ABD’de “Mayıs kadar ılık (Mild as May)” sloganıyla ürettiği yeni kadın sigarasına da o sokağın adını verdi. Marlboro’yu erkeklerin içmesi ise çok sonraları başladı.

1950’li yıllarda sigaranın insan bedeninde yaptığı tahribat artık gizlenemez boyutlarda ortaya çıkınca tutuşan sigara üreticileri, şapkalarından filtreli sigarayı çıkardılar. Güya, filtre, sigranın katranını ve nikotinini tutuyor, tamamen sağlığa zararsız hale getiriyordu. Hatta sonraki yıllarda bir de sigaraların “light” versiyonlarını ürettiler. Light sigaraların filtrelerinde hava delikleri var. Tiryaki dumanı çekince bu deliklerden hava da karışmakta ve nikotin ve diğer zararlı maddelerin daha az oranda içilmesine yol açmaktaymış. Bir 20 yıl da bu yalanla idare etti tüccarlar.

Her neyse 1950’li yıllarda filtreli sigara üretimi yarışı başladığında, tiryakiler “filtreliyi kadın içer” diyerek uzak durdular. Marlboro firmasının aklına “erkeksi” bir sigara reklamı yani “Marlboro man” reklamını başlatma fikri böylece geldi. Dünyanın her işlek noktasına resimlerin bilboardların asıldığı bu kampanyadaki sigara içen kovboy görüntüleri, bütün dünyada sigara içilmesiyle özdeşleşti. Ancak “Marlboro man” posterlerinde yer alan kovboylardan Wayne McLaren da, David McLean da ve Dick Hammer da akciğer kanserinden öldü. Bunun üzerine sigara karşıtı kampanya başlatan gruplar da Marlboro’yu “cowboy killer (kovboy katili)” sloganıyla posterlere taşıdı.

Amerikayı sallayan Türk sigarası fırtınası

Yine uzattım ama son olarak 1880’ler ile 1920 yılları arasında ABD’yi kasıp kavuran Türk sigaraları savaşından bahsetmezsem olmaz. Tarih kitaplarınan bilmiyorsanız bile Charlie Chaplin’in unutulmaz filminden biliyorsunuz ki, California’ya maceraperestleri çeken bir “Altına hücum (Gold Rush)” dönemi var. Amerikan sosyal taihçileri de sigara firmalarının art arda Türk markaları çıkardığı döneme, “The Turkish Rush” diyor. Aslında 17’nci yüzyıldan itibaren Türk tütünü büyük şöhrete kavuştu. Özellikle Trakya tütünü çok değerli hale gelmişti. Uzmanlar, Türk tütününün farkının, Osmanlı coğrafyasının ikliminden, Osmanlı çiftçisinin tarım usulüne kadar bir dizi sebebini sayıyordu. İşin enteresan tarafı, Türk tütünü, tütünün anavatanı ABD’de de en değerli tütün oldu. Sigaranın altın çağı sayılabilecek 1880 – 1920 döneminde ABD’de üretilen en kaliteli sigaralar ya Türk tütününden ya da Türk tütünü Virginia tütünü harmanından üretiliyordu.

Fırtınayı, New York’u mesken tutmuş Osmanlı tüccarları başlattı aslında. Küçük atölyelerde hazırladıkları tüm Türk sigaralar kısa sürede büyük sükse yapmaya başladı. 1899 – 1903 arası 4 yıllık dönemde Tükr sigaraların yıllık satışı 200 milyondan 750 milyona çıktı. Kısa sürede Duke, American Tobacco gibi devler de Türk sigarası piyasasına girmekten kendini alamadı.

Osman, Fatima, Abdulla, Omar, Murad, Turkish Trophy, Hassan, Camel, Mecca hep bu dönemde ortaya çıkan sigara markaları. Türk sigaralarını kentlerde yaşayan insanların tercih etmesi sebebiyle, “big city cigaretts” diye anılmaya başladılar. Bu sigaraların paketlerinin üzerinde de kafalardaki Türk imajına uygun resimler konuyordu. Fatima sigarasının, yüzü peçeli kadın fotoğrafı en ünlüsü. Firmalar böylece öz hakiki Türk sigarası oldukları yönünde Amerikalı tiryakileri ikna etmeye çalışıyordu.

1910’lu yıllarda ABD’nin en popüler sigarası Liggett&Myers firmasında üretilen Fatima sigarasıdır. 1930’lara kadar ABD’de yapılan filmlerde oyuncuların elindeki, romanlarda kahramanların ağzındaki hep Fatima sigarasıdır. İkinci dünya savaşı yıllarında pazar payını kaybeden Fatima, 1980’lerin başında tamamen piyasadan çekildi.

1910’lu yıllarda New York’ta, Boston’da Fatima’nın karşısında öne çıkan diğer Türk tütünü sigaraları ise Lorilliard firmasının Zubelda’sı ile American Tobacco’nun Omar’ıydı. Murad sigaraları ise Amerikalı kadınlar arasında çok popülerdi. Türk sigarası fırtınasının, Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin ve ürünlerinin dünyadan izole olmaya başlamasıyla söndüğü anlaşılıyor. Türk tütünü ithalinin azalması ABD’de sigara fiyatlarının yükselmesine yol açmış. Bu fırtınadan günümüze tek kalan RJ Reynolds firmasının 1913 yılında üretmeye başladığı Camel(deve) sigarası oldu. Firma o sene ürünü çıkarmadan önce ABD’de, “The Camels Are Coming (develer geliyor)” sloganlı aylarca süren dev bir reklam kampanyası yapmış.

Bu sigara paketlerinin üzerindeki Türk imajlarının, birkaç kuşak Amerikalının zihnindeki Türk imajını şekillendirdiğini söylememe gerek var mı... Zaten, yaşlı Amerikalılar Türkiye’de sigara yasağına bu sebeple daha bir ilgi gösterdi. Sigaranın macerasına başladığı topraklarda 180 yıl sonra kahvehanelerden bile sökülüp atılması elbette sembolik değeri yüksek bir haber.

Amerikalı sanatçı Wendy Liebman, toplumsal bir mekanda sigara içtiğinde, yanına gelip, “bu beni rahatsız ediyor” diyenlere, “hiç sormayın. Sizi yine rahatsız ediyor, beni öldürüyor” diye yakınırmış. Tiryaki mektup arkadaşlarıma kardeşçe bir hatırlatmada bulunayım; sigaranın istatistik biliminin doğuşunda ve yükselişinde oynadığı rolü küçümsemeyin.
Turkish Journal

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Efsanevi Hava Korsanının İlginç Hikayesi


ABD’nin Washington eyaletinin güneybatısındaki Amboy kasabası yakınlarında geçen yıl oyun oynayan çocuklar, dağlık bir arazide gömülü halde bir paraşüt buldular... Çocuklar, paraşüt parçalarını çekebildikleri kadar çektikten sonra iplerini kestiler. FBI’ın 36 yıllık esrarlı bir uçak kaçırma davasını aydınlatmak üzere geçen sonbaharda yeniden başlattığı halkla ilişkiler kampanyası sayesinde şüphelenen çocuklar, babalarına, paraşütün konuyla ilgisi olabileceğini söyleyince gerisi çorap söküğü gibi geldi.
/_newsimages/5263410.jpg
Efsanevi hava korsanı D.B Cooper ile ilgili yeni bir ipucu bulmak umuduyla başlatılan çalışma sırasında, Amboy’da oturan çocukların babası geçtiğimiz günlerde FBI’a başvurdu. İsmini vermek istemeyen baba, çocukların bulduğu lime lime olmuş paraşüt kumaşını dedektiflere gösterdi.

RENK VE MEKAN TUTUYOR

Cooper’ın paraşütünün de beyaz olduğunu bilen FBI, çocukların oyun oynadığı bölgenin, Cooper’ın uçaktan atladığı Green ve Bald dağlarının arasında yer aldığını görünce ihbar ciddiye alındı. Paraşütün tipini belli edecek diğer parçaları da bulmak isteyen dedektifler, ilk kazılardan sonuç alamadılar.

Parçalanmış kumaşın türü şu anda laboratuvarda inceleniyor. Bir insan tarafından toprağa gömüldüğü anlaşılan paraşütün yeri, çocukların da yardımıyla belirlenirse, paraşütün tipi incelenecek. Cooper’ın kullandığı "Navy Backpack 6" tipi bir paraşüte rastlanması durumunda esrar perdesi biraz daha aralanacak; zira ünlü hava korsanının iniş sonrası hayatta kaldığı kesinleşmiş olacak.

Çözülememiş tek uçak kaçırma vakası

AMERİKAN kamuoyunun D.B. Cooper olarak tanıdığı Dan Cooper, 24 Kasım 1971’de, Portland-Seattle seferini yapan Northwest Orient havayollarına ait Boeing 727’deki 36 yolcu ve 6 mürettebatı, uçağa biner binmez üzerinde bomba olduğunu söyleyerek rehin aldı. Cooper, talep ettiği 200 bin dolarla dört paraşüt hazır edilince, uçağı Seattle’a indirdi. Rehineleri bırakıp, mürettebatla birlikte Meksika’ya doğru havalanan Cooper, Oregon eyaleti sınırında kargo kapısından paraşütle atladı. Uçağı takip eden savaş jetleri, kötü hava yüzünden hiçbir şey görememişti. Polis, Cooper’ın canlı olarak yere inmediğine hükmetti. On bin adet 20 dolarlık banknot, hiç dolaşıma çıkmadı, ancak Cooper’a verilen ve seri numarası alınmış fidye paralarından 5 bin 880 doların bulunduğu bir çanta, 1980 yılında Vancouver yakınlarında piknik alanında bulundu. Bu vaka, havacılık tarihinin çözülememiş tek uçak kaçırma vakası olarak kaldı.

Kaynak: Hürriyet

22 Haziran 2009 Pazartesi

Tanrıya Karşı Açılan Dava Reddedildi.


Gerekçe: Adresi bulunmuyor...

ABD’de bir kişinin “Tanrı aleyhine” açtığı dava, mahkeme tarafından, “davalının ikametgah adresinin bulunmadığı” gerekçesiyle reddedildi.
Nebraska eyalet senatörü Ernie Chambers tarafından açılan davada, “Tanrı’nın kendisini ve Nebraska halkını tehdit ettiği... dünyadaki milyonlarca insana dehşet saldığı, yaygın ölüm ve yıkım getirdiği” iddia edilerek, bunun önlenmesi için mahkemeden karar çıkarması istendi.

Hakim Marlon Polk, dava sürecinde yasal belgelerin iletilebilmesi için davalının adresinin bilinmesi gerektiği, ancak adres bulunmadığı yönünde karar aldı.

Ancak Chambers, mahkemenin Tanrı’nın varlığını tanıdığını belirterek, “Bunu kabul etmek, Tanrı’nın her şeyi bildiğini kabul etmektir” dedi.

Davacı Chambers, “Tanrı her şeyi bildiğine göre bu davadan da haberdardır” çıkarımında bulunarak, hakimin kararına karşı çıktı.

38 yıldır senatör olan Chambers, “davayı herkesin herkesi, hatta Tanrıyı bile dava edebileceğini göstermek için açtığını” söyledi.

Kaynak: ntvmsnbc